1 Temmuz 2014 Salı
Yorum: Paradokya - Düşler Ülkesi
Cem Gülbent
Selamlar birbirinden değerli okurlar :) Bugün sizlere sevdiğim sayılı Türk yazarlardan biri olan Cem Gülbent'in ayıla bayıla okuduğum, her kitabının çıkmasını dört gözle beklediğim serisi Paradokya'nın üçüncü kitabını yorumluyorum.
Cidden, Türk yazarları çok okumam. Hatta birkaç yıl önce bu konuda kesin tabularım vardı. Ama iki yıl önce Paradokya'nın ilk kitabını okuduğumda "Vay be! Fantastik kitap dediğin böyle olur! Helal olsun!" demiştim. Çünkü Türk yazarların sayısı her ne kadar son yıllarda artsa da kendilerini çok geliştirdikleri söylenemez. (Şu anda bahsettiğim Türk yazarlara elbette ki eski Türk yazarlar dahil değil. Örneğin Nazım Hikmet, Reşat Nuri Güntekin, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali ve daha birçok Türk yazar, şair, edebiyattaçıyı bu eleştirimin dışında tutuyorum. Çünkü onlar gerek üslup gerek konu açısından bazı şeyleri aşmış kişiler. Benim taşlamam güncel olanlara :)
Mesela şu anda fantastik Türk edebiyatı yerlerde sürünüyor. İyi fantastik kurgu yapan Türk yazar sayısı bir elin parmağını geçmez. Sadece Türkiye'de değil, çoğu ülkede de kötü fantastik yazarlar mevcut. Çünkü fantastik hem toplum hem de yazarlar açısından çok hafife alınıyor.
Ama Cem Gülbent Türk edebiyatında fantastik yazarlar bayrağını önde taşıyan bir yazar. Paradokya serisinin şu ana dek üç kitabı çıktı, üçüne de ayrı bayıldım.
Lafı uzatmadan yoruma geçelim.
YORUM
Kitaba ilk başladığınızda ikinci Paradokya kitabından bir alıntı görüyorsunuz. İkimci Paradokya kitabının sonunda, eski oyuncular yeni oyuncuları seçmek için üç kapı aralamıştı. Bu kitapta o kapıdan giren oyuncuların Paradokya'daki maceralarını okuyoruz.
Konuya gelirsek: Aynı günde üç farklı insanın eline Paradokya isimli bir kitap geçer. Bu insanlar ellerine geçen kitabı çok akıcı olduğundan o gün içerisinde bitirirler. Ve bitirdiklerinde engellenmesi imkansız bir uykuya dalarlar.
Bu uykuda kendi bilinçaltalarına ulaşırlar ve onun yansıması olan oyunları oynarlar. Oynadıkları oyunda çözülmesi gereken şifreler, yapılması gereken görevler vardır ve bütün görevleri bitiren, oyununu tamamlayan oyuncular uyanmaya hak kazanırlar.
SPOILER!
Bu kitapta da aynı şey mevcuttu. Baştaki itiraf etme paradoksundan çok etkilendiğimi söylemesem olmaz. Daha sonra üç oyuncumuz Mert, Emre ve Banu oyunlarına başlarlar.
İtiraf etmek gerekirse en çok Banu'yu sevdim bu kitapta. Görevinin Tac Mahal'de geçmesi ve Banu'nun Tac Mahal'in simetrisine hayran kalması beni ona çok ısındırdı.
Mert'e gelirsek onu da sevdim ama Banu kadar değil. Oynadığı oyun olan Mangala Çıkmazı'ndan hiçbir şey anlamadım. Ben normalde her kitaba başlamadan önce kendimi sağlama alıp internetten şifremi çıkarırım. Bu sefer de çıkarmama ve oyunun adımlarını görmeme rağmen hiçbir şey anlamadım.
Ama onun kandırılmasına (ya da kandırıldığını sanmasına) onun kadar sinirlendim.
Emre ise kitapta en kıl olduğum karakterdi. Kitabın başında Paroks'la görüşen tek oyuncu olduğundan bütün kitapta: "Oyundan iki kişi çıkmalıyııızz, bu yüzden herkese ihanet edebilirim havalarında olduğundan tüm kitap boyunca ölmesini istedim.
Şifrelere değinirsek, Mangala Çıkmazı haricinde çözemediğim şifre yoktu. Bu beni çok mutlu etti :)
Kitabın sonunda ise şoke oldum. Paradoks devam etti ve yine yakalanıp mahzene atıldılar. Ben Emre'nin öleceğini ve diğerlerinin kurtulacağını düşünmüştüm ama yanıldım. Hepsi öldü. Bu Paradokya tarihinde bir ilk. Böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim.
Daha sonra Yusuf, Mandu ve Cihan'ın açıklamalarıyla her şey açıklığa kavuştu zaten :)
Spoiler bitti.
Kısacası, Düşler Ülkesi akıcı anlatımı ve özgün konusuyla sizi içine çekecek ve etkileyecek bir kitap. Alın, okuyun, hayran kalın.
Serinin en beğendiğim kitabına puanım:
^ 5 ^
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder